30 Ağustos 2014 Cumartesi

Vejateryanlık mı? Veganlık mı? Peki ya Evrendeki Akış ( 2. Bölüm)



 Veganlık moda bir terim haline gelirken bu tür bir farkındalığa sahip vegan sayısı giderek azalıyor.  Bana göre veganlar bilinçli bir elin yönlendirilmesi ile doğa sömürüsü ve hayvan sömürüsünün temel nedeni beslenme alışkanlıklarımızdan ziyade bir tür sanayileşme, kentleşme ve aşırı tüketim sorunu olduğu bilgisinden uzaklaştırılıp sadece bir tür hayvan sever hareketine dönüştürülmek isteniyor.  Besin zincirinde hep mazlum görünen bitkiler hayvanlardan ihtiyaçları olan karbon ve fosfat bakımından zengin dışkıyı (yada çıktıyı) toprak yardımıyla hasat eden canlılardır. Yine ölümü tadan her canlı eninde sonunda (eğer yakılmamışsa) yine toprak vasıtasıyla bitkiler tarafından sindirilir (alışkın olmadığımız bir şekilde yenilir). Doğada ki her canlı yaşamını devam ettirmek için bir diğerine ihtiyaç duyar. Her canlı bir diğerinin içinde akar yaşamın devamını sağlar. Sorun et ya da hayvansal ürünleri tüketmekten ziyade doğanın insan odaklı üretimle sömürülmesi ve aşırı tüketimiyle ilişkili.  Dünyanın her yerine hızla ulaşan kargo araçlarının ve besin dondurma endüstrisi sayesinde neredeyse yeryüzünü dev bir fabrika gibi kullanmaktayız. Devasa çiftliklere tıktığı hayvanlara ise fabrikada işlediğimiz cansız bir hammadde gibi davranırken, Fabrikalarımız ve elektrik üretimimiz için canlıların yanı sıra yaşamın devamlılığını sağlayan suyu ve havayı kirletiyoruz.  Kısacası besin piramidinin en üst sırasına yerleşmekle kalmıyor piramidin kendisini ülke sınırlarıyla bölümlere ayırdığımız devasa fabrikaya yerleştirip vakumluyoruz. Buraya kadar aslında aşina olduğumuz bir konuyu yani kapitalizmi bir başka şekilde tanımlıyorum.  Vejetaryenlerin ve veganların bir kısmı tamamen kendileri için üretilmiş hayvansal ürün içermeyen yiyecekler tüketerek fabrikayı yavaşlatmak yada yıkmak yerine başka bir şekilde çalışmasına neden oluyorlar. Büşra’nın da içinde yer aldığı grup ise doğrudan bu devasa fabrikanın kendisine karşılar. Hayvansal ürünleri tüketmeyi insanüstü bir gayret ile doğru bulmamanın yanı sıra 100 kalorilik bir bitkisel enerjinin 10 kalorilik hayvansal enerjiye yani ette dönüştüğünü. Çok daha fazla canlının beslenebileceği tarım alanların (bir sığırı beslemek için 40 dönüm arazi gerekir.) hayvansal üretim yüzünden heba edildiğini. Ayrıca hayvan endüstrisinin toprak erozyon yanı sıra hava kirliliğinden küresel ısınmaya kadar birçok yıkıma neden olduğunun farkındalığıyla hareket edenlerden. Bu grupta bulunan insanlar et tüketimden ziyade üretimine ve endüstriyel tarıma karşılar. Bu tür düşüncede ki insanlar vegan yada vejetaryen olmayabilirler ambalajlanmış hiçbir şeyi almayanlar, endüstriyel üretime karşı olanlar, sadece hafta sonu et yiyerek et üretim-tüketimini 7/5 oranında azaltmayı umanlar, Kıymateryanlar (benim icadım  J kısaca bir insan öldükten sonra toprak altı canlıların sofrasına sunacağı beden ağırlığı kadar eti ömrü boyunca tüketebilir ki şakalaşırken üretiğim kıymateryanlık kavramı bambaşka bir yazının konusu da olabilir.) gibi çok katmanlı bir yapıya sahiptirler ki tüm bunları devasa fabrikayı durduramıyorsak bari yavaşlatalım demenin bir yolu sayabiliriz.
        Bana gelince hayvan sömürüsüne karşıyım, aynı zamanda bir geri dönüşümcü ve kıymeteryanlığa geçmeye çalışan birisi olduğumdan makineyi yavaşlatıcıların yanında yer alan birisi olsam da tüm bunlar hayatı anlamaya ve bize dayatılan yaşama karşı koymaya yeteceğine inanmıyorum. Evrenin işleyişini komuta etmek ya da bütün dikkatimizi insandaşlarımızın ürettiği kötülükleri ortadan kaldırmaya öylesine yoğunlaşmışız ki sanki asıl yapmamız gerekeni doğayı izleyip doğayla bir arada yaşama becerisini unutuyoruz.  Nietzche’nin insan üstü kavramına inanmayı bırakalı çok oldu. Bana göre doğanın kendisi yeterince mucizeye sahiptir ve  Prahland Pani ve ona özenen ototroflar hiçbir şey yemeyerek  bir yönüyle bedenlerini ve ruhlarını doğanın döngüsel dolaşımına kapatmış oluyorlar.  Evren yiyecekler vasıtasıyla bedenlerinin içinden yemek yemediklerinden geçmiyor. Bedeni doğanın büyük akışına kapatmak bedeni kısıtlamak ruhu fakirleştirmek anlamına da geliyor( tabi ototroflar evrene akmanın başkaca yolunu bilmiyorlarsa). Gezegensel fabrikanın yarattığı sorunların asıl nedeni bence yine bu akışla ilişkili. İnsanlık evrenin tüm kaynaklarını bencilce kendi midesine ve yaşamını sürdürdüğü kentlere akıtıyor. Kentlerde insanlar ve süs hayvanları dışında neredeyse canlı yaşamıyor. Geçmişte hayvanlarla bir arada yaşayan ve bu biraradalık ilişkisi içinde birbirlerinden faydalanan canlılar yok artık. Tüm bunların yanı sıra evren bir tür akıştır demiştim. Bitkilerden onları yiyen otoburlara, otoburlardan etcillere, ototburların ve etcilerin dışkıları ve cesetleriyle yeniden bitkilere akan büyük bir dönüşüm alanıdır. Ölüm akışın bir parçasıdır. Canlılar çürüyüp toprak olmasalar doğa işleyemez hale gelirdi. James lovelock “Gaye” hipotezinde de dünyanın Venüs gibi bir gezegen olmamasının yani atmosferin dengesini sağlayanın yeryüzünden yaşayan canlar olduğunu öne sürer. Yani dündaki canlıların yaşaması için olanaklı hale getiren canlıların kendisidir. Ve canlıların bir arada yaşaması için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Yakın zamanda Türkiye’ye gelen namı diğer “çölü yeşerten adam,” Allan Savory çölleşmenin asıl nedenin hayvanları otlaklarda otlatmak değil otlatmamak olduğunu. Savunuyor, canlılar arası akışı doğru şekilde bir araya getiren Savory; Yırtıcı hayvan baskısı altında otlayan hayvanların toprağı çiğneme ve gübrelemesi sayesinde Güney Afrika’daki Karoo çöl bu gün yemyeşil.  İşte insanlar yeryüzüne en büyük kötülüğü bence bu akışın önüne set çekerek yaptılar. Dünya’da ki ekilebilir alanlardaki- ki bu dünyanın önemli bir kısmı- bitkileri ve bu bitkilerle beslenen hayvanları tüketmekteler. Kimi ekolojistlerin belki de bitkiler hayvanlrı kendilerine gübre üretmek için yaratmışlardır, dedikleri durumda ortadan kalktı. İnsanların yedikleri içtikleri köydeki ineklerin yediği içtiği gibi toprağa gitmiyor. Dünyada yaşayan 50 ile 150 kilo arasındaki herhangi bir canlı türünden onlarca kat daha fazla olan biz insanların dışkıları Kanalizasyonlar vasıtasıyla arıtma tesislerine gidip temizleniyor yada belli noktalarda toplanıp doğaya zarar veriyor. Akmayan su kokar demiş, Pir Sultan Abdal durağan su çürür. Kokmaya çürümeye başladık.  Doğal gübreyle doyuramadığımız toprakları yapay gübre fabrikalarıyla beslemeye, o topraklardan çıkan bitkileri hormonlarla güçlendirmeye çalıştık. Akışın dışına ittiğimiz bitki ve hayvanlardan elde ettiğimiz yiyeceklerle zehirlendik. Yeryüzünü zehirlemeye de devam ettik.  Bana göre çözüm beslenme rejimimizden çok yaşam tarzımızı değiştirmekle ilgi. Allan Savory ya da permakültürün kurucusu Bill Morrison gibi doğayı doğru gözlemleyip doğada bulunmamız gereken yere dönersek canlılar arası enerji akışı eski haline dönecek ve beslenme alışkanlığımızı değiştirerek evrene sağlayacağımız yarardan daha fazlasını sağlamış olacağız.  
                                                                                                                   Miraz Rûsipî


  







*Ototrof; Işık enerjisi veya kimyasal enerji kullanarak, inorganik Maddelerden kendi organik besinini üretebilen canlıdır. Yaşamsal etkinliklerini sürdürebilmek için gereksinme duydukları tüm organik bileşikleri, doğrudan doğruya inorganik bileşikleri sentezleyerek elde ederler. Bu canlılar, karbondioksiti indirgeyerek organik bileşikler sentezlerken, işlemin kimyasal karakteri dolayısıyla enerjiye gereksinim duyarlar. Bu enerji, ışık -büyük ölçüde güneş ışığı- ya da kimyasal enerjidir.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Dersim ! Ben geldim. Ve ilk günden seni sevdim

İşte Dersimdeyiz
Methini çok duyup kendisi ile müşerref olamadığımız memlekette
Dersim’i ben aslında şimdiye değin Dersimliler ve Dersime gelmiş olanlar üzerinden tanıyor(d)um
İki kesim de öve öve bitiremezlerdi bu kenti
Yolda, dağların arasından kıvrıla kıvrıla ilerlerken, uzakta dağlarla çevrili bir koyağın içinde görünen evleri Büşra’ya gösterip, “Bak, oarası galiba” dediğimde başlamıştı kanım kaynamaya Dersim’e
Bir tılsım var sanırım bu bölgede
Hissettiğiniz ama adını koyamadığınız, buna gerek bile duymadığınız bir tılsım


Dersim’de irtibat kişimiz Gülşen idi
Gülşen’i Burcu vasıtası ile bulmuştuk
Zaten bu seyahatte Hülya ile Burcu’nun bir sene kadar önce aynı bölgede gezerek hayata geçirdikleri, “Bohçamda Anadolu” sürekli yolumuza ışık tuttu
Antakya’dan Merve ve Aslı’yı da bu sayede tanıdık, Dersim’den Gülşen’i de

Biz yol yorgunu, akıl yitkini iki meczup gezgin olduğumuzdan ne günü farkediyoruz artık ne de sırada ne olduğunu
Ama işte Dersimli biri varsa işin içinde bu hiç sorun değil
Cumartesi aradı Gülşen, “Ne yaptınız, ne zaman geliyorsunuz?” demek için
Aslında araması gereken biz iken o arıyor sürekli
Bir yerde bir çıkmaza düştüğümüzde ayağa kaldırıyor Gülşen’in hayat ve memat dolu sesiyle bize coşkuyla söylediği, “Dostlar, hadi sizi bekliyoruz, nerde kaldınız!!!!” sözü

Soldan sağa: Gülşen, anavarza ve Petrön
Dersim’e girmek üzere iken de arıyor, ben Çarşı’dayım diyor
Gülşen’i daha önce hiç görmüş değiliz
Facebooktan ekleme çabalarımız onun isim ve soyadında çok kişi bulunması ve benim şimdi yanlış anlama olmasın önsezilerim ve onun beni eklemeyi habire atlaması sonucu sonuçsuz kalmış
Otobüs muavini (Diyarbakır’dan Trabzon’a giden Tuncelililer Seyahat) “Dersim’de inecek  yolcularımız geçmiş olsun” derken aşağıda bekleyenler arasında bir kişiyi seçip, “Gülşen olsa olsa bu kişidir” diyorum ama ihtiyatı elden bırakmakta olmaz
Aşağıda telefonu alıp aramaya yeltenirken, “Siz misiniz?” diyor
Bagajdan bavulunu alıp yanıma gelen Büşra ile birlikte, “Evet Gülşen, biziz” diyoruz gülerek
Sonrası aslında bir aksiyon filmi gibi
Ne ara ne oldu, kim gitti, kim uçtu hepsi kayıp
Bizi hemen konaklayacağımız Kamer Misafirhanesine getiriyor
“Siz bir duş alın, 10 dk dinlenin, ben geliyorum” diyerek çıkıyor
Kamer’in merdivenlerine tırmanmaya erinip aşağıdan “heyyyy, hoyyyy” sesleri ile çağırıyor bir 15 dk sonra

Dışarı çıkacakken merdivenin başından aşağıya, Gülşen’e sesleniyor Büşra, “Burda rahat giyinebilir miyim?”
“Burası Dersim güzelim” diyor Gülşen, aşağıdaki sandalyeye oturmuş şortunu çekiştirirken, “İstediğin gibi giyin, rahat ol”


Yüzünde güller açarak odasına koşuyor Petrön
Bir kadını mutlu etmek demek bu kadar kolay ha
Şarap rengi bordo eteği ile çıkıveriyor 15 saniye sonra gülüşü daha da yayılmış olarak
Aklıma birkaç gün önce galiba Diyarbakır’da söylediği, “Ben galiba uzun bir süre bu pantolonumu giymeyeceğim” sözü geliyor
Yol süresince, erkek bakışından, toplumsal cinsiyetten, kadınların erkek egemen dünyada rahat hareket edememesinden konuşmuş durmuş olduğumuz halde o anda dank ediyor kafama durumun vehameti


 Gülşen ile Dersim içinde yürür çarşıya doğru seyirtirken sevincinden  oynaya yaylana yürüyor Büşra
Onun bu sevinci diğer yerlerde kendisini ne kadar kastığının bir göstergesi
Benim tahayyül bile edemeyeceğim bir durum bu
Gülşen, övünerek anlatıyor memleketini, “Burda sabah 5’de tek başına çık dolaş, çarşıya in, sokaklarda gezin, kimse rahatsız etmez seni, burası Dersim. Hem bizim buralarda hırsızlıkta olmaz hiç, herkes herkesi tanır”

Birini arayıp bizi almasını istiyor
O kişiyi beklerken yolun kenarında tezgah açmış ressamlık yapan Piro abi ile tanışıyoruz
Beni yanındaki sehpaya, Büşra’yı diğer yanındaki sandalyeye buyur ediyor
Piro, pirin argosudur diyor
İlla bir şey ikram etmek istiyor, şimdi yemek yiyeceğiz, yarına kalsın diyoruz


 Derken bir BMW yaklaşıyor yanımıza
Yaklaşınca onun BMW değilde Skoda olduğunu farkediyorum
Araba markaları ile aram hep kötü olmuştur zaten
Hiç ilgimi çekmez, hiç umrum olmaz
Diyarbakırda, Hasan abinin evine gidecekken, “Sizi beyaz bir doblo alacak, plakası şu” demişti Hasan abi
Telefonu kapatınca Büşra’ya durumu aktarıp, “Doblo ne ki?” diye sormuştum, işte bu derece bilmem araba meselesini
Skodayı BMW sanmışım çok mu!!!

Kadir ile bu şekilde tanışıyoruz
Diyarbakır’da son gece taş çatlasın 1,5 saat uyumuşum, uykudan içim eziliyor
Arabası ile bir o tepeye bir bu tepeye çıkarıyor Kadir bizi
Veganlık meselesini açıyorum hemen
10 şehirdir duyduğumuzu yineliyor, “Siz Dersim’de kesin aç kalırsınız!”

Halikarnas Cafe'de vegan mönü
Gülşen ile kafa kafaya verip anca Halikarnas Cafe’de vegan seçenek bulabileceğimize kanaat getiriyorlar
Oraya yollanıyoruz
Biz gelmeden bir gece önce Dersim’de bir kadın kocası tarafından vurularak öldürülmüş
Dersim’de 10 yıldır muhabirlik yapan Kadir, Dersim’de ilk defa yaşadığımız bir durum bu diyor sıkılarak
Biz masada oturmaya devam ederken katilin teslim olduğu bilgisi geliyor

Dersim’i, töreleri, gelenekleri aktarıyorlar hızlı hızlı
Bizde kapı eşiğinin melaikesi vardır diyor Kadir
Kimse melaike rahatsız olmasın diye kapı eşiğine oturmaz


 Dersim’in asıl adının Mamekiye olduğunu ve bu ismi Ermenilerin verdiğini söylüyor
Aslında Dersim, Hozat’ın olduğu yerdir diye ekliyor
Dersim’in bir şehir değil bir bölge adı olduğunu içine Elazığ’ı da kattığını belirtiyor

Göbekli Tepe’yle yarışacak tarihi bir yerimiz var, haberiniz var mı diyor sonra
Ve Yılcalı Höyüğü’nü anlatıyor
Ardına Munzur Su Fabrikası’nda devam eden grevi, bu grevi endüstriyel şirketlerin Munzur’u baltalamak amacıyla ortaya çıkardığını iddia ediyor

Arada telefonumu kontrol ediyorum arayan eden var mı diye
Köylüm, akrabam Sedat’ın, “Alper abi, niye haber etmiyorsun, ben de burda yaşıyorum, görüşelim mutlaka” mesajını alıyorum
Sedat, telefon numarasını da yazmış
Arıyorum, “Halikarnas Cafe bizim eve çok yakın, dur orda abi, hemen geliyorum” diyor

Sedat bir arkadaşı ile geliyor mekana
Kadir, Gülşen ve Büşra ile selamlaşıp başka masaya geçiyoruz
Havadan sudan, köyden Dersim’den konuşuyoruz
Sedat benim kardeşim, köylüm, akrabam
Bebekliğini biliyorum keratanın
Hakkını teslim ediyor Dersim’in
Çok güzel yer, komşularımızla aramız çok iyi, buralarda hiç hırsızlık, gasp olmaz, bir de Adana’yı düşünsene abi
Makaraları koyveriyoruz birlikte

Saat geceyarısına yaklaşmış, içimdeki uyku dağları aşmışken hadi bakalım diyorlar, bir de Munzur’u gösterelim size
Yani diye düzeltiyorlar
Bu saatte görünmez gerçi ama sesini dinlerken yıldızlara bakmanın keyfini yaşatabiliriz

Kadir’in BMW görünümlü Skoda’sı ile düşüyoruz yeniden yola
Bir yerden sonra “Artık burdan sonrası devlet denetiminden azade” diyorlar
Kör karanlıkta tepelere çıkıyoruz
Munzurun yanında bir yere park ediyor Kadir
Farları kapatınca anlıyoruz karanlığın dipsizliğini
Ama gürül gürül bir su sesi var
Ve başımızın üstünde ışıl ışıl bir gökyüzü
Eskiden daha çok yıldız vardı, azaldı şimdi diyor Kadir
Büşra içinden şarkı mırıldana mırıldana karanlıkta kayboluyor
Gülşen, milliyetçi bulduğu için sevmediği ismimin yerine daha çok hoşuna giden “Tolga”yı kullanma kararı alıyor
(“Tolga”nın Alper’den daha milliyetçi bir isim olduğunu, savaşçıların, Eski zamanlardaki Türk savaşçıların başlarına geçirdiği savaş başlığı anlamına geldiğini söylemiyorum ona)

Soldan sağa; Petrön, Gülşen ve Kadir
Dönüş yoluna çıkıyoruz birlikte
Daha gezecek çok yer var diyorlar
Bizim derdimiz gezmek değil, bir amacımız var
O da Dersim’i Yeşil Gazete aracılığı ile ulaşabildiğimiz herkese götürmek diyemiyoruz bile
O denli dost canlısı, o denli coşkulularki

“Dostum” diyorlar mesela
Diyarbakır’da da en çok bu hitabı duymuştum
Savaş ve Barış ikizlerinden Barış sürekli bana “Dostum” şeklinde hitap etmişti

Dersimdeki istirahat mekanımız Kamer Misafirhanesi
 Dersim’de farkettiğim diğer bir şeyde insanların rahatlığı, mutluluğu
Belki bana öyle gelmiştir ama herkes gülümsüyor
Çapa yapan ihtiyar amcam da
Bakraca yoğurt taşıran teyzem de
Kadir bizi gezdirirken karşımıza çıkan ve yol dar olduğu için kim önce geçecek “tatlı” tartışmasına tutuşan Kadir ve diğer araçtaki arkadaşları da
Gülşen de
Piro abi de
Tanıdığım ve tanımadığım diğer insanlar da

Dersim
Ben geldim
Ve ilk günden seni sevdim
Dendiği kadar varmışsın
Hakkını teslim ederim.

#anavarrza

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Vejateryanlık mı? Veganlık mı? Peki ya Evrendeki Akış ( 1. Bölüm)

          Veganlar yani herhangi bir canlıyı sömürmemek için beslenme düzenlerini ve yaşam tarzlarını değiştiren insanlar hakkında konuşulduğunda aklımın bir köşesinden hep Nietzche’nin üstün insanı geçer. Hitler için Nietczhe üstün insan kavramıyla saf ari ırkını tanımlamıştı. Hollywood ise üstün insanı üstün erkeğe dönüştürüp piyasaya Süpermen adıyla sundu. Böylece üstün insan denilince aklımıza faşizm ya da gözlerinden ışın saçan, uçan, koşan; kaslı, kuvvetli insanları gelmesine neden oldu. Bana göre yağmurda kamçılanan bir atın acısını paylaşıp boynuna sarılıp ağlayarak aklını yitiren filozofuzmuz yanlış anlaşılmış.  insanlığımız bir üst seviyeye ulaşacaksa eğer saçımızın rengiyle ya da kaslarımızla sayesinde değil anlayışımız, olgunluğumuz ve sevgi dolu halimizden dolayı böyle bir merhaleye erişeceğiz. Belki de o gün ağaçların bilgeliğine sahip olacağız. Bir çok bitki türü gibi herhangi bir canlıyı öldürmeden ya da yaşamına zarar vermeden yaşamayı öğrenecek ya da  Hint fakiri Prahlad Jani gibi ototrof* bir beslenme rejimi geliştireceğiz. Sekiz yaşından beri yemek yemeden su içmeden tüm enerjisini güneş ışığından karşılayan hiçbir canlıya zarar vermemeyi hayat felsefesi bilmiş Prahland Pani belki de gelecekteki üstün insanın öncüsü. Peki biz neredeyiz bu yolculuk da. Onca savaşın, yıkımın, kırımın, açlığın, soykırımın, tür kırımının mimarı olan bizler nereye gidiyoruz? Çok katmanlı bir soru bu; televizyonlar, gazeteler kötüye gidiyoruz, diyor kötünün kötüsüne hayvanın da gerisine.  Bir de soruyu doğru bir cevaba evrilmesi için çabalayanlar var. Nietzche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ kitabında geçen; İnsan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip.”  İşte o  ipin üzerinde büyük bir dikkatle ve de cesaretle ilerleyenler var. Vejateryanlar ve de Veganlar bana göre insanüstüne doğru ilerleyen cambazlardanlar. Büşra Akman bu insanlardan ve de tanıdığım en güler yüzlü veganlardan birisi. Yakın zamanda Büşra Yerel Muhabir ağı projesi ile Yeşil Gazete editörlerinden Alper Tolga Akkuşla beraber Batman’da misafirimizdiler.
    Projenin maksadını aşan bir yapısı vardı.  Öncelikle Büşra’nın ve Tolgan’ın yarattığı enerji ve; bize kendini anlat, ile başlayan sohbetleriyle bir dostluk ağı oluşturma çabası içerisindeler. Yerel muhabirlerle tanışma dışında Büşra ve Tolga’nın hayatlarında da önemli bir yere sahip olan Ekoloji, Feminizm, Vejetaryanlık, Veganlık, fiziksel engellere aldırmadan hedeflere doğru ilerleme konularını irdeleyip tartışmaya açtılar.  Batman da Ekoloji ve Ekoköy dışında en fazla Veganlık konşuldu. Büşra bu konuda sorulan her soruya içtenlikle cevap verdi.  Toplantılara katılan Roni’nde dediği gibi; Büşra da sahurda niyet ettiği an tüm dünyanında kendisiyle beraber oruç tutmasını (tutmayanı münafık ilan edip taşlayan) vegan mümin havası yok. Daha bir ay önce veganlığa geçtiğinden olacak etobur geçmişini unutmamış. Bu sebeple tavukların yumurtasını, arının balını, küçücük oğlağı nasıl yersiniz katilsiniz diye birilerini suçlamak yerine neden böyle bir yol seçtiğine dair sorulan sorulara içtenlikle ve de gülümseyerek cevap verdi.   
         Veganlık tanımını 1944 ilk defa kullanan Danold Walson; Veganlık hayvanlar alemine dair sömürü ve zulmün tüm biçimlerini dışlamanın ve yaşamı gözetmenin yoludur.”  Veganlar da vejateryanlar gibi et yememenin yanı sıra memeli hayvanın yavrusunun hakkı olan sütü, arının aylarca çalışması sonucu ürettiği ballı, tavuğun çocuğu olarak gördükleri yumurtayı da yemezler. Diğer taraftan Kapitalizm de vejetaryenlere gösterdiği ilgi ve alakayı veganlardan esirgemez. Bir kısım yiyeceği tüketmeyeceğini söyleyen bu veganlarla savaşmak yerine sevişir. Sırf veganlar mutlu olsunlar diye! içinde hayvansal ürün bulunmayan yüzlerce ürünü piyasaya sürer. Büşra’yı birçok vegandan ayıran özelliklerden birisi de hayvan sömürüsüne karşı olduğu kadar tüketime sürdüğü her ürünle sayısı bilinmez varlığın sömürülmesine neden olan kapitalizme de karşı durmasıydı. Sırf etten alabileceği proteini sağladığı için soya üretimi için açılan tarlaların yeryüzünde yarattığı tahribattı, GDO’lu soya tüketiminin insan evladının başına açtığı belaların farkındaydı.

Miraz Rusipî 
http://mirazruspi.blogspot.com.tr/

apolitik birden fazla yemek kültürünün o bu şu çocukları – karaca murat


 (merkepfanzin’in eylül’de çıkacak sayısından tadımlık bir yazı)

içimi dilime döküyorum. dilim taşıyordu. dilim çatladı, kırıldı, döküldü, saçıldı, pert oldu. benden, sözümden bir anlam olmaz artık. tırşık yiyelim, ama vejetaryen olsun. neden et yemiyorsun, miden mi almıyor, alerjin mi var, çocukluktan beri mi vah vah. ama hayvanlar işte, onların hayatı. ama onlar insan yesin diye, giysin diye. ama mide asri hayvan mezarlığı mı? ama insan zulm etsin diye mi?
bu harflerden bir cacık olmayacak. cacıktaki yoğurdun atasını hatırla: zorla güzellikten mi olmuş? yemek yemek politiktir, söz söylemek de öyle. apolitik birden fazla yemek kültürünün o bu şu çocuklarıyız. bir hırt zırt pırt. delik deşik, dilsiz bir dili bulandırıp duracağım artıra eksilte. temsiller tükendi, konuşacak bir dilim bile yok. ben özgürüm.

Yazının tamamını Yeşil Gazete'den okuyabilirsiniz

Mersin'den Dersim'e Günceler 1, Mersin


 Yerel Muhabir Ağı Projesi buluşmalarında ilk tur için 10 şehir belirledik: Mersin, Adana, Nevşehir,  Gaziantep, Hatay, Van, Batman, Mardin, Diyarbakır, Dersim.. 4 Ağustos'ta Mersin'de başlayan yolculuğumuz Mardin'den Diyarbakır'a devam ediyor.

Proje katılımcılarıyla şekillenecek, Batman'da bu kadar enerji toplamışken bir değerlendirme yapacağım. Bu süre içinde neler yaptık, konuştuk konuştuk, uyguladık mı? Bu yola değişime kendinden başla demiştim,  neler oldu?

 Özeleştiri*
-Diyarbakır'dayız,  Dersim ve sonra yeniden Mersin, Adana buluşmaları olacak, hala bir zaman kayması yaşıyoruz güzel de oluyor ne yapalım, esneklik iki yönlü etki ediyor. Bu ne rahatlık yahu..
-Bir harita edin, nereye gidiyoruz,  dönüyoruz bir hesapla, Hesap demişken parayla ilişkin yok diye bütçeyi de sallama..Bekletme insanları,  saat ve günlerle de ilişkin olmayabilir,  bahane değil.
-Sözler değil eylem deyip, yazmayı bırakmak ya da yapıncaya kadar yazmamak bir ilke değil.
- Bir de yazmama halleri var, yazmak tembellikle olmuyor, söyleme yazacağım diye yaz, bu da bir sözler değil eylem ilkesine dönüşüyor.
-İfadeler ne oldu, paylaşımlar? Çok ihtiyacımız varmış,  sevgi pıtırcığı olduk, çember kurduk,  konuştuk,  dokunduk hayatlarımıza. Kucak kucak sevgiyle..
Şimdi Buluşmalar nasıl gelişti,  ona bakalım.

 

 İlk buluşmamız,  Mersin'de LGBT 7 Renk Derneği'ndeydi.  Bir gece öncesi iyi ki aklımıza geldi biz ne konuşacağız demek, Alper sordu ben düşündüm nereden başladığını, toparladık. İlk buluşma,  Alper dostlarımızın yanında rezil oluruz olursak diyor da ben Alper'e de, Mersin'e de, 7 Renk'e de yabancıyım,  benim için her şey,  herkes yeni,  neyse Alper kendisini rahatlattı nihayetinde de hep böyle söylüyor,  bir parantez açayım dedim. Hikaye paylaşımı da böyle başladı, ben kimseyi tanımıyorum anlatın bakalım deyip başlattım bu deneyim hikaye paylaşımını da.. Alper'le ben şu an kendimizi teşne ilan ettik de, o zamandan başladık kendimizi anlatmaya.. Hayıt tentürü sayesinde de  adet kanamasından başlayıp kadın hastalıkları konusunda da açıldık..

Veganlık epey konu açıyor, bağlantılarıyla ele alınca ilk buluşmada kapitalizmden endüstriyellik ve tıp, popüler kültür konusuna gidiyor mevzu..
Tedavi olmak istedin, ne olacak?
Öğreneceğim. Ne olduğunu hastaneden öğren sonra çözümünü ara diyorum. Benim hayıt tentürü her gün içtiğim bir şey, yolculukta da epey hakkında konuştum. Hayıt kadın bitkisi, tentürü ben yapmadım, dostlarımdan aldım, onlardan öğrendim hayıtı da.. Adet kanaması diye başlayıp anlatınca kendi derdimi bir kısa duraksamadan sonra neyin sağlıklı olduğuna kim karar veriyor diye tartışmaya devam ediyoruz. Doktora bıraksaydım hormonlarımı alt üst edecekti kaç kutu hap, doğum kontrol hapı.. Ben kullanmıyorum, çözüm bulabiliyorum, başka bir hastalığım olursa onda da başka çözümler arayacağım. Hasta olduk, hasta kalalım her şey endüstri o zaman ben tedavi olmayacağım demiyorum..
Süt niye yararlı olsun ki ineğin yavrusu için var sütü, bizler için değil. Sağlık endüstrisi diye bir şey var, onlar söylüyor..

Buluşmada,  anlatıyoruz derdimizi,  sorular üzerinde düşünüyoruz, fotoğraf çekmek gerek de masa başı toplu fotoğrafları sevmem, herkes yanındakini çeksin diyorum.  Volkan'ı çekip ona veriyorum, sen devam et diye.. Sonraki toplantılarda da böyle yapıyoruz,  keyifli oluyor. Tabi son buluşmalarımız hep akşam olduğu için,  fotoğraflar değişti biraz.
*Alternatif medya aracı olarak Yerel Muhabirler'de yayın nasıl yapılacak?
- Yerel Muhabir, www.yerelmuhabirler@blogspot.com'da yazarlık hesabı alacak, oradan yayın yapacak. Yeşil Gazete'yi de unutmayalım.
Serap, Serhat, Furkan yayınlarını paylaştılar.*
*Hukuki boyutu ele alıp,  ifade özgürlüğü mü yoksa ötekileştirici bir dil mi,  kontrol nerede başlıyor?
- Yerel Muhabir Ağı buluşmalarında her il için tanıştığımız,  anlaştığımız biri bağlantımız olacak, insan ilişkisi odağında ilerleyecek bir ağ,  dayanışma toplaşma alanı açılacak, güveneceğiz. Ötekileştirici, yargılayıcı bir dil varsa da topluluk içinde tartışılacak. Dil konusunda birbirimizi geliştireceğiz, o nasıl olur bu nasıl olur.. Yolculukta epey yapıyoruz bunu, ötekileştirici anlam zedeleyici her ifade için düşünüyoruz.
Ben dünkü yazıya hatırlarsınız bilmem kimin ..  kitabı yazmışım, neyi hatırlayacağız diyor Alper, haa deyip bir durdum. Herkes her şeyi biliyor gibi davranmamı eleştirdi Alper ve Murat, onu düzelteceğim.
Feminist güncede feminist kadınlarla yaşayan erkekler yazmışım,  Furkan daha da uzat canım kimse kalmasın içinde diyecekti neredeyse,  feminizmle karşılaşan bireyler dedim sonrasında..*
-İlgi alanlarımıza göre yazacağız, ben veganlık ve hayvan hakları konusunda yazacağım örneğin.
-Büşra,  sen vegan mısın?  Nasıl yapıyorsun deyince Cansu, epey konuştuk veganlık üzerine,  bu da sonradan farkettik ki tartışılmak istenen bir konu, buluşmalara dahil oldu..*
Dil konusuna gelince:
-Ötekileştirici ya da yargılayıcı dil kullanmayacağım,  alternatif arayacağım derken..
Konu hayvan hakları tartışıyoruz onların zihni çok güzel,  berrak diyeceğim,  Alper onlar ne demek diyor, ne diyelim ki insan dışı hayvanlar diye kullanmaya karar veriyoruz.
Volkan, kişisel sayfalardan farklı olarak ne ekleyebiliriz diye sordu.
-Fazladan bir şey yapmadık havasında suyunda güzellik var, ortak niyetlerde de  buluşunca o kadar fikir çıktı ki, ne de olsa acaba demedik,  nasıl yetişebiliriz hepsine diyoruz..*

 Gündem:
-LGBTİ bireylere yapılan saldırılar, nedenleri neler?
-Vejetaryen ve Vegan beslenme, alternatif araştırmaları (Cansu, neler buldun?)
-Deneyim paylaşımları yapalım. (Yağmur bireysel aktivizm konusunu sana öneriyorum)
-Van'dan geri bildirim var, bu dönem Van'da LGBTİ çalışmaları önerildi.




SIÇMAK

Her şeyi yazalım diyoruz, her detayı, yaşadıklarımızı, içimizden geçenleri, ayıp addedilenleri, tabu sayılanları
Ne de olsa işimiz, eğitimimiz bu, iletişimciyiz biz
Hemen gaza geliyoruz otobüs koltuğunda yan yana bir yerden diğer yere giderken
Konuları sıralıyoruz, şunu da yazalım, bunu da derken beynimizdeki barajları yıkıyoruz bir bir
Foto Hasankeyf'ten
Bir çöp kutusunun üzerine iliştirilmiş not aslında "her şeyi yazmak" derken yapmak istediğimiz şeyi çok güzel özetliyor
Hadi bakalım o halde ben de burdan başlayayım
Sıçmak
Çok doğal, çok sade, çok olağan değil mi?
Siz, hareket kabiliyeti yerinde olanlar, bir bedensel maruzatı bulunmayanlar için
Ama işte kazın ayağı öyle değil
Alaturka tuvalette sıçamam mesela ben
Yani sıçmaya sıçarımda, o eylemi hayata geçirmek için gereken çömelme hareketi vaziyetinde sıçma eylemi süresince kalamam
Kalırım ama takatim kalmaz
Boncuk boncuk başlayan terler sicim sığınak haline döner kısa süre sonra ve saçlarımdan alnıma ordan dizlerime şıpır şıpır dökülmeye başlar
Dizlerimde kalmayan dermanı ellerimle desteklemeye çalışırım sıçmaya da odaklanmam gereken, ıkınmamın da gerektiği o vakitlerde
Lafı uzatmanın alemi yok, allem eder kallem eder alafranga bir wc (water closet) ararım ferah feza sıçabilmek için
Kimselere de vermek istemem bu detayı
Elalemi niye rahatsız edeyimki böyle bir detay için
Armstrong’un dediğini ters çevirip söyleyeyim, “Dünya için küçük, benim için ise büyük bir adım”

Ama işte uzun soluklu yolculuklarda yol arkadaşınız siz söylemeseniz bile anlayabiliyor bu minval durumları
Zaten siz de yolun selameti açısından saklamıyorsunuz, faş ediyorsunuz, “böyleyken böyle” diye

Petrön Büşra biliyor yani vaziyeti
Batman’da Mirazlarda kaldık 3 gün
Mirazların hela alaturka, Tov Ekotopya’nın hela alaturka, Batman Kent Konsey’ine gittik, orda hela alaturka
Ordan çıktık geldik Mardin’e, hadi hakkını yemeyeyim (ve hızır gibi de imdadıma yetiştiğini teslim edeyim) Gazi Konağı Oteli’nin hela alafranga ama devrisi gün konuğu olduğumuz Murat’ın evindeki hela alaturka

“Diyarbakır 1 saatmiş Mardin’den” diyor Büşra, “Ordaki otele kadar dayanabilecek misin?”
“Ben niye her otobüse bindiğimizde cola alıyorum sanıyorsun güzelim” diyorum gülümseyerek
Dumanlı gözleri hafiften dalıyor yol arkadaşımın

Şimdi Diyarbakır’da konakladığımız Miroğlu Otel’de sıçarken geldi aklıma bunlar
Dün akşam geldik Diyarbakır’a
Bir koşu attım kendim helaya
Az sonra da çıkacağız otelden
Gene bir koşu kaldım durdum helada
Bu akşam başka bir arkadaşımızda kalacağız, tuvaleti kuvvetle muhtemel alaturka
Ordan Dersim’e var yolculuk
Tuvaletler büyük olasılıkla alaturka

Tayfun Talipoğlu o veciz sözünü “Bam Teli” her sona erdiğinde tekrar ederken aklına bu hiç gelmemiştir ama aklınıza bu gelsin diye ben tekrar edeyim şimdi
“Yollar uzun
Hava şartları çetin
Biz artık gidelim”


#anavarrza

22 Ağustos 2014 Cuma

Batman’ın sıcağında uyuyakalan çocuk işçi

Batman’da çocuk işçilerin sayısı hızla artıyor. Bu artış Suriye’deki savaştan kaçan çocukların geçinebilme endişesiyle birlikte daha büyük bir ivme kazandı. Çocuk işçilerin en yoğun çalışma alanı ise geri dönüşümlü materyal toplamak.

Caddelerde, sokaklarda yürüdüğünüz vakit herhangi bir çöp tenekesinin yanında pet şişe toplayan bir çocuk, üç tekerlekli bir bisiklet veya hacminden büyük bir torba gözünüze takılıyor. Tüketim kültürünün çok yoğun yaşandığı Batman’da ise bu işin ne kadar yorucu olduğu ise aşikar
Gördüğünüz fotoğraftaki çocuk ise o yaşlarda arkadaşıyla oyun oynaması gerektiği halde geçim derdine düşmüş çocuklardan sadece biri. Sırtını yasladığı duvar Kültür İlköğretim Okulu’na ait. Hemen bir sokak yukarıda ise Batman’ın başka kentlerde göğsünü gere gere anlattığı AVM bulunmakta. Anlaşılan o ki beynini vitrinlerde kaybetmiş insanların kullandıkları pet şişeleri, naylonları gece geç saatlere kadar toplamak onu çok yormuş ve bir okulun duvarının dibinde, bir kartonun üzerinde uyuyakalmış. Batman’ın öğlen 50 dereceye varan sıcaklarında 12.30′da uyuyor olması onun ne kadar yorulduğunun başka bir göstergesi.

Sezen Aksu’nun da söylediği gibi masum değiliz hiçbirimiz. Bu çocukların zor koşullarda olmasının sebebi sadece savaş, kapitalizm, sınıfsal farklılıklar değil aynı zamanda bizleriz de. Bir gün bu çocukların hayatta kalma endişesiyle çalıştığı sokaklarda hayal güçlerinin ürettiği oyunları oynamaları dileğiyle.
Bu haber Sivil Düşün tarafından desteklenen Katılımcı Yerel Çevre Muhabiri Ağı Projesikapsamında ağa dahil olan Batman Yerel Muhabiri Serhat Çirusk tarafından hazırlanmıştır
Haber: Serhat Çirusk
(Yeşil Gazete – Batman)